Sahte Evlilik

isolated, white, stork-1051969.jpg

Sahte evlilik işlemlerinde bilmeden şahitlik

 

Kele herif her gün bir toplantıya çağrılıyoruz, ne oluyor bu sosyal bizden ne istiyor? Dediklerine göre belediye çocukları bizim elimizden alacakmış. Herif ne olur birşeyler yap. Öyle korkuyla yatıp kalkıyorum, kabuslar görüyorum. Kadınlar arasında konuşuluyor çocuklarını dövenlerin başı dertteymiş. Kaç kere dedim sana yapma etme diye.

Kahveden çıkmıyorsun ki çocuklarınla ilgilenesin. Bak hepsi elimizden kayıp gidecekler. Ne olur bir şeyler yapalım. Ben onlarsız yaşayamam.

 

Ailenin iki erkek bir de kız çocukları var. Oğlanlar 13-15 yaşındalar. Büyük oğlan İbrahim şehrin en belalı çetesi içerisinde kendisine yer bulmak için gözü karalık ne varsa yapmakta henüz 15 yaşında olmasına rağmen. Okula gidiyorum diye evden çıkıp klüpte, sokakta ve okulun etrafında çim sahanın çevresinde buluştukları, aynı saç kesimli, düşük bel pantalonlu, kapşonlu mont ve mobilet süren serseri tipli çocuklarla dolaşıp durmakta olan, aklı havada bir gençtir İbrahim. Almancayı yeteri kadar öğrenemediği için derslerde kendini iyi ifade edemediği zamanlarda sert ve saldırgan tavırları ile sınıfta var olduğunu farklı bir biçimde ortaya koymaya çalışan, söz dinlemeyen, kaba, sert ve saldırgan tavırlı bir delikanlıdır.

Küçük kardeşi de ağabeyinin yolunda olsa gerek ki geçen gün okul idaresi ve sınıf öğretmeni eve mektup yazmış. Mektupda  Yusuf’un sınıf arkadaşlarından ikisini tuvalette sıkıştırdığı, çocukların durumu ailerine bildirdiği, ailelerin ise hem polise hem de okul müdürüne şikayetçi oldukları bilgisi ile birlikte acil toplantıya gelmeleri istenmiş.

Küçük kız Filiz 7 yaşında birinci sınıfa gidiyor.

Filiz üç gündür zorunlu olarak bir çocuk esirgeme kurumunda tutuluyor. İki gün sonra toplantı var.

Hasan  Gözüme uyku girmiyor. Oğlanlar dersen nerdeler haberimiz yok,  ne olacak bu ailenin hali, ne yaşıyoruz biz Hasan.

Kız kardeşin evden alındığını duyan ağabeyleri o gece sosyal dairesinin camlarını arkadaşları ile birlikte yerle bir ederler. Gecenin karanlığında mobilet ya da bisikletleri ile ortadan kaybolan gençler, bir viyadük altından geçen polis aracına onlarca taş atarlar. Polis aracında küçük yaralanmalar olunca şehrin tüm polisleri  mahalleyi abluka altına alırlar. Zaten daha önceden takip ettikleri çocukların evlerine baskınlar yaparlar. Aynı anda İbrahimlerin evlerine de.

Ellerinde küçük poşetleri ile şehrin diskotekleri yakınlarında uyuşturucu satan yaşı küçük gençlik yakalansalar dahi bu kapıdan girip diğer kapıdan çıkarlar. Böyle bir çetenin içerisinde yer edinme durumunda kalan iki kardeş yaşlarına bakılmaksızın parayla oynadıkları söyleniyordu. Çeteye bağlı, ortalama ondört yaşlarında, cezai yeterlilikleri olmayan, onlarca gencin birlikte hareket ettikleri, motorsikletli Bandidoslara kafa tutan, getto bölgelerinde yaşayan yabancı gençlerden oluşan ‘Lahayatt  adlı abi çetelere özenen yeni bir çeteden söz edilir olmuştu.

Son günlerde çocukların üzerinde otorite tesis edemeyen baba zaman zaman çocukları döver, onları Türkiye’ye götürüp bırakmakla tehdit edip korkutur hale gelmişti. Çoğu zaman çocukların ne yaptığının farkında olmayan baba Hasan, işe gidip geldikten sonra boş zamanlarının çoğunu ya kahvede çalışmakla ya da oyun oynamakla geçirir, olan bitenden neredeyse bi haber yaşardı. Aslında ailesini getirmekte pek iyi etmemişti. Sürekli talepleri oluyor, para yetiştiremiyordu. İyice bunalmıştı. Kahve ona iyi geliyordu.

Bugün tam üç gün olmuştu Filiz ellerinden alınalı. Telefonda babasının Filiz’i dövdüğü gerekçesiyle geçici bir süreliğine zorunlu çocuk sığınma evine yerleştirildiği bilgisi gelmişti. Derste film izlerken Filiz’in bir sahneden etkilenip ağlamaya başladığı, babasının da aynen filmdeki gibi poposuna, başına vurduğunu söylemesi üzerine okul idaresi belediyeye haber verir. Bunun üzerine belediyenin yetkili kurulları harekete geçerler. Almanya’da her koşulda kamu hizmeti görenler olası bir şiddete tanıklık ettiklerinde hemen ilgili kamu kurumunu ve polisi bilgilendirmekle yükümlüdürler. Okul yönetimi üzerine düşeni yaparak, önce belediye sonra da polise bildirimde bulunur.

Çocuklar her ne kadar ailenin çocukları olsalar bile devletin de çocuklarıdır. Çocukların şiddet, kötü alışkanlıklar ve cinsel istismardan korunması yasası kapsamında, yargı kararı olmadan,  geçici bir süreyle  tedbiren çocuklara el konulması süreci başlatılır. Okul psikologları, kamu avukatları, sosyal danışmanlar, belediye meclis üyeleri gibi bir çok yetkili ve uzmanlar devreye sokulur.

Toplantı belediye meclisinde gerçekleştirilecektir. Gelen bilgide 12 kişilik bir katılımın olacağı, ailenin avukat istenmesi durumunda yardımcı olunacağı, Filiz’in bundan sonraki yaşamının güvenli bir şekilde nasıl şekilleneceği konusunda  karar verileceği, toplantıya mutlaka katılınması gerektiği, aksi halde gıyaben kararlar alınacağı bilgisi de gelmiştir.

Çoğu zaman tercümanlıklarını yapan Ali ağabeyden konunun ne kadar ciddi bir konu olduğu hakkında bilgi alınmıştı. Kara kara düşünürken oğlanlar panikle içeri girerler.

O akşam ortadan kaybolan oğlanlar belliki bir şeyler yapmışlar. Üstleri başları çamur içerisinde kalmış. Kıyafetlerini değiştirip arkadaşlarının hobi bahçesinde saklanmak üzere kapıdan çıkacakken polisin ani baskını ile tüm aile neye uğradığını şaşırır. İlk defa onlarca polisi evde gören Hasan ve hanımı çaresizlik içerisinde çocuklarının acımasızca nasıl ters kelepçe ile yere yapıştırıldıklarına bizzat şahit olurlar. Ayakta olup biteni izleyip, ne yapacağının bilemeden polislerin üzrine doğru yürüyen Hasan’a da kelepçe vurulup koltuğa oturtulur. Durumu kontrol alan polisler yaptıkları aramada çocukların odasında delici aletler, beyzbol sopası, sustalı bıçak ve bir de gerçekten tabanca gibi görünen kurusıkı mermileri olan bir silah ve yirmi bin kr kadar para bulurlar.

Abiler kendilerince sisteme başkaldırmışlar, vandalist düşüncelerle kamu mallarına zarar vermişler. Uyuşturucu bulundurmaya başlamışlar. Çevreye korku salarken, kendilerini örnek alan genç çocukları da eylemlerine dahil edip, adeta organize suç örgütü haline dönüşmüşler.

 

Zaten Filiz’den dolayı  içi yanan Hasan’ın elleri çözüldükten sonra, oğlanların  bir kriminal çetenin üyesi oldukları, uyuşturucu satıcıları ile temasta oldukları, devlet dairesinin camlarını kırdıkları, polis devriye arabasını taşladıkları gerekçesiyle  tutuklamaya geldiklerini öğrencince oracıkta göğsünü tutarak yığılıp kalır. Polisler hemen bir ambulans çağırırlar. Oğlanları ise gözaltına alıp oradan uzaklaştırılırlar.

Bir kaç gün kalp damar hastalıkları bölümünde kalan Hasan geçirdiği hafif kalp spazmı sonrası başlatılan tedavi sonucu taburcu edilir. Polisler Hasan’ı evinde ziyaret ederler. Tercüman  aracılığı ile oğlanların işledikleri suçların fotoğraflar ve viedo görüntüleri ile tespit edildiği bilgisini verirler.

Filiz’in toplantısı bir süre ertelenir. Keza babanın sağlık durumu gerginliği götüremeyebilir. Ayrıca oğlanlar da gözaltından alınıp doğrudan çocuk esirgeme kurumununun  bir başka yurduna yerleştirilir.

Yepyeni bir durumda kalan aile iyice çaresizdir. Mahalledeki eğitimli gençlerin kurdukları derneğe gider Hasan, onlardan yardım tallep eder. Hukuk ve sosyal danışmanlık okumakta olan gençler aileye gönüllü yardımcı olurlar.

İşin vahametini kavrayan Hasan kendilerine destek olan gönüllü gençlerin yönlendirmesi sonucu polis, sosyal, aile ve okul kurumları ile işbirliği yapacağını, çocuklarını hem aileye hem de topluma kazandırmaya çalışacağını ifade eder.

Belediye’de yapılan toplantı sonucu hem kız hem de oğlanlar en az altı aylığına koruma programı çerçevesince bir Çocuk Koruma Yurduna yerleştirilir.

Hasan 20 senedir Almanya’da yaşamaktadır. İlk geldiği zamanlar Türk inşaatçıların yanında kaçak ucuz işçi olarak çalışır. Çalışmak zorundadır. Çünkü kuzeni onu Çek sevgilisi ile sözde, işçilik hakkını elde etsin diye evlendirmiştir. Kadına her ay düzenli binikiyüz mark ödenecektir. Ödeyemediği zamanlar kuzene borçlanacaktır. Bu paranın bir şekilde ödenmesi gerekmektedir. Hasan ne yapsın gündüzleri inşaatta, akşamları kahvede çalışmaktadır. Dört beş yıl boyunca hem borcunu öder hem de köyde bıraktığı eşi ve iki çocuğunun geçimini sağlar. Tüm kazandığı elinden giden Hasan ancak beşinci yılında ilk kez izine gider. Artık süresiz oturumunu almış birisi olarak kafası rahat bir şekilde çocuklarına kavuşur. İlk işi karısı ile resmi nikah yapıp çocukları nüfusa kayıt ettirmek olur. Artık evdekiler de mutludur. Baba gelmiş evin içi neşeyle dolmuştur. Sayılı gün geçer, izin biter, Hasan Almanya’ya döner. İki yıl sonra tekrar döndüğünde kararını vermiştir, aileyi, yanına alma zamanı gelmiştir. Üstelik bir de kızları olmuştur.

Çocukları getirmek, yeni ev kurmak oldukça masraf gerektirmektedir. Masraflar artmış,  ekonomik darboğaz içerisinde debelenirken çocukların nasıl bir ortamda olduğunun farkında olmadan yıllar geçip gitmiş. Bu süreç içerisinde  zaman zaman çocukların terbiyesinde eski usül şiddet yöntemleri de kullanılır olmuş. Kime ne ki, benim çocuklarım değil mi, severim gerekirse de döverim.

Hasan ve ailesi, tam bir yıl sonra çocukların eve gelmesi konusunda belediye ile anlaşmaya varırlar. Bu süreç içerisinde oğlanlar okullarına devam ederler. Aynı mahalle ve arkadaş gurubuna geri dönen İbrahim ve Yusuf kaldıkları yerden, sanki daha bir kariyer yapmış edasıyla, aynı yolda yürümeye devam ederler..

Durumu gören Hasan ve eşinin aklına parlak bir fikir gelir. Eğer İbrahim evlenir ise uslanır. Oğlanı evlendirmek gerekir. Köydeki komşuları İsmail’in kızı Nurten güzel becerikli bir kızdır. Bu parlak fikri İbrahim’e de açarlar. İbrahim ilk önce oralı olmaz. Fakat babasının otoritesine de karşı koyamaz. Keza geçen yıl baba kalp krizi geçirmişti onların yüzünden. Siz bilirsiniz der, karşı çıkmaz. Aile umutludur. Yeni bir heyecanlı süreç başlayacaktır. İbrahim’in renkli vesikalık fotoğrafları çekilir, pasaportu ve nüfus cüzdanı,  hanımın altın bilezikleri, bir miktar borç edinilmiş parayı yanına alan Hasan uçağa atlayıp memleketin yolunu tutar.

 

Arzuhalci yazıhanesinde müşteri beklerken özellikle İnkılap Tarihi ve Türkiye Coğrafyası kitaplarını okumanın yanı sıra bazı sınav testlerini çözerek üniversite sınavına hazırlandığım bir anda iki polis memuru gelerek, savcı beyin beni istediğini söylediler. Savcı deyince herkesi bir korku salar. Mahkemelerin soğuk bir yüzü, ağır bir otoritesi ve kendini çok rahat hissedemeyeceğin bir ortamı vardır. Polis memurlarına, hayırdır diyecek oldum, biz de bilmiyoruz, gidince öğrenirsin diye beni aralarına alıp adliyeye doğru yürümeye başladık. İçimdeki korkuyu tarif edemem ama, diğer taraftan niye korkacaktım ki diye düşünceler ile savcı beyin kapısının önünde bulmuştum kendimi. Cumhuriyet Savcısı yazıyordu küçük kırmızı bir tabela üzerinde. Kapıyı tıklatan polisler, sayın savcım ifadesine alacağınız şahsı getirdik, diye seslendiler. İçerden ağır bir ses, dışarıda beklesin, siz gidebilirisiniz,  dediğini duymuştum. Bana burada bekle , seni içeri alacaklar,  diyerek ayrıldılar memurlar yanımdan. Onlar için sıradan bir olay benim içimde fırtınlar esmesine yetiyordu. Savcılığa dilekçe yazmaya benzemiyordu, savcılığın önünde ifade vermek için beklemek.

Biraz sonra savcının kalemi  beni içeri aldı. Masanın üzerinde bir kaç kağıt vardı. Savcı bey birşeyler okurken göz ucuyla sert bir bakış fırlatmıştı. Bakışın etkisi yüzüme yansımış, betim benzim atmıştı. Kalem ;  Adın soyadın, doğum tarihin, adresin, anne baba adın, sorularını sormuş, ben de titrek bir sesimle cevap verirken, savcının sesiyle irkildim, duyulmuyor daha yüksek sesle konuş diye yarı azar şeklinde ikaz edilmiştim.

Savcı yanıma doğru yaklaşırken, başım önde sadece savcının ayakkabısını görebiliyordum. ‘Dost başa düşman ayağa bakar’  deyimindeki gibi değilde ben ne yaptığımı bimiyordum.  Hemen konuya girdi, bir kağıt parçasını göstererek, ‘buradaki şu imza sana mı ait’ diye sordu, baktım, tereddütsüz imza benimdi, evet benim diye cevap, verdim. Güzel, peki şu defterdeki imza da mı sana ait, dedi, kocaman veresiye defteri gibi bir  kitabı masanın üzerinde açarak imza parafının bulunduğu yeri gösteriyordu. Evet aynı imza, benim imzam diye kekeledim. Bu defter  evlilik işlemlerinin kayıt altına alındığı, belediyelerde veya muhtarlıklarda olan bir resmi Evlilik Kütüğü denilen defter idi. Evlenen kişilerin fotoğrafları, kimlik bilgileri ve imzaları, şahitlerin adları ve imzaları ile resmi mühür basılı olan bir sayfa duruyordu önümde.

Peki oğlum burada adları yazılı olan kişileri tanıyor musun?  Tek tek isimleri sesli olarak söyledi, tanıyor musun bunları? diye sordu. Ne gezer, hiç birini tanımıyorumdum, -tanımıyorum, -hiç birini tanımıyorum, dedim. Savcının sesi biraz sertleşmişti sanki, -iyi de be çocuk; bu imzalar benim diyorsun, kabul ediyorsun, fakat altına imza attığın, evliliklerine şahitlik ettiğin kişileri nasıl tanımazsın?

Hayret doğrusu. İş gittikce korkutucu hal almaya başlamıştı. Efendim imzalar benim, ama bu kişileri tanımıyorum, diye eklerken, kütük defterinde imzamın olduğu sayfadaki fotoğraflara gözüm takılmıştı. Aklıma gelmiş imza anını hatırlamıştım.  ‘Şey savcı bey bir şeyler hatırlıyorum galiba, evet evet bu fotoğrafı hatırlıyorum’, diye ekledim, heyencanlanmıştım, ne diyeceğimi tam bilememiş şaşkın şaşkın savcının yüzüne bakıyordum. Sanki savcının sakin ol oğlum, anlat hatırladıklarını demesini bekliyordum ki. Öyle de oldu. Şimdi ne biliyorsan ne hatırlıyorsan sakince tek tek anlat bakalım, dedi.

Liseyi bitirdikten sonra boş gezeceğime ara sıra babamın arzuhalci yazıhanesine uğrar babama yardımcı olmaya başlamıştım. Daktilonun başına geçip dilekçe ve benzeri işlerde yardımcı oluyordum. Özellikle de Salı günleri iş yoğunluğu olduğu için sürekli yazıhaneye giderdim.  Köylerden gelenler Perşembe Pazarına gelirken bir takım idari işlemlerini de hazır gelmişken yaptırmaya çalışırlardı.

O gün bir evlilik işlemi yapılacağı için kırtasiyeden tüm belgeleri içeren bir evlilik zarfı getirmemi iştemişti babam. Kıratsiyeden istenilen evlilik evraklarını getirdiğim için adamın birisi bana 10 lira harçlık vermişti. On lira harçlık iyi para o zamanlar, abim akşama kadar garsonluk yapar ancak 50 lira alırdı. Babam zarfdan çıkan belgelerin bir kısmını daktiloda bir kısmını ise inci gibi el yazısı ile, verdikleri kimlik ve diğer belgelere bakarak, bazen de orada bulunan şahıslara sorarak doldurdu. Sonra onlara şimdi bize iki şahit bulup getirin dedi. Ya Cemal efendi bir şahit var diğeri de sen olsan olmaz mı dendi. Babam ben prensip olarak şahit olmuyorum, sadece işlemleri yapıyorum muhtarım diye karşılık verdi. Evlenecek kişilerin fotoğraflarını şu karelere sığacak şekilde kes ve yapıştır diye bana görev verdi. Ben makasla fotoğrafları keserken fotoğrafı, erkeğin resmi olan fotoğrafın renkli olması dikkatimi çekmiştim, o nedenle hatırlıyorum. Kadının fotoğrafı siyah beyazdı. Fotoğrafları yapıştırdıktan sonra orada bulunanlar imzalarını attılar. Başka bir şahit bulamayacaklarını, işlerinin acele olduğunu ifade edip, bu delikanlı bari şahit olsun dediler. Babam, o daha 18 yaşında değil, deyince, muhtar, boşver Cemal Efendi, oğlan ve kızın anne ve babalarının imzaları var, ben muhtar olarak da mühürlüyorum, diğer şahit de imzaladı, senin oğlan da imza atıversin şuraya dendikten sonra, benim adımı da şahit olarak yazıldı.  Ben de diğeleri gibi gösterilen yerleri imzaladım.

Böylece ben bir evlilik işlemine ilk kez şahit olarak katılmıştım. İmza atarken babamın gözüne baktığımı hatırlıyorum. Tamam anlamına gelecek işaret gelince  atıverdim imzayı. Sesim ağlamaklı çıkmaya başlamış, korkuyla şaşkınlığın ve ne olacağının bilememezliğin arasında bir yerde duygu yoğunluğu yaşıyordum. Her an savcının, alın bunu cezaevine tıkın, diyeceği  korkusunu yaşamaya başlamıştım ki;

Savcı bey sakin ol  evladım, anladım ben, sen doğruyu söylüyorsun, ama bilmeden bir suça dahil olmuşsun. Şimdi bana mutlaka doğruları söyleyeceksin. Aksi halde seni doğrudan cezaevine göndermek durumunda kalırım ki geleceğin kararır. Tehdit ve korku vardı son söyledikleri içerisinde. Daha da korkmuştum. Halen ne suç işlediğimi bilemiyordum.

Savcı tekrar bana dönerek evlilik işlemleri yapılırken, evlenecek çiftler orada  mıydı? Diye sorunca yine tereddüt etmeden, hayır orada gençlerden hiçbiri yoktu. Sadece dört kişi artı babam ve ben vardım. Anladığım kadarı ile biri muhtar, diğerleri ise kız ve oğlanın babaları ve  ikinci şahit olduğunu düşündüğüm kişi vardı.

Savcı tekrar üstüne basarak, imza atarken kız ve oğlan orada mıydı, onları imza atarken gördün mü? Diye sordu.

Hayır görmedim, onlar yoktu orda, dedim.

Aferin çocuk, sen doğruları söylüyorsun, dedi.

Sonra olup biteni kısaca anlatınca nasıl bir işin içerisinde olduğumun farkına varmıştım. Evlilik işlemlerine şahit olarak imza attığım olayda evlenen erkek delikanlı Almanya’da yaşamakta olan bir Almancı çocukmuş.

Almancı baba oğlunu köyden komşusunun kızı ile evlendirmek istemiş. İzine gelince kızın ailesi ile görüşüp  anlaşmışlar. Yalnız oğlan gelmediği için durum biraz sıkıntılıdır. Bir an önce nikah kıyılması ve kızın Almanya’ya  götürülmesi için nikah işlemlerinin yapılması gerekmektedir. Düğün dernek orda yapılacaktır. Durumu muhtara açarlar. Muhtar da kızın anne babasının muvafakatı varsa hallederiz bu işi der ve işlemler başlatılır. Evlilik işlemlerinden hemen sonra oğlanın babası Almanya’ya döner dönmez davet ve vize işlemlerini başlatacaklarını söyler. Gidiş o gidiş. Ne arayan ne soran var. Günler haftalar aylar geçer, Almanya’dan ses yok.

Hasan Almanya’ya döner mutlu haberi aileye iletir. Çete işinde Kariyer yapmış İbrahim iyice işi azıtmıştır. Babasına resti çeker ve evi terkeder. Bir süre sonra dahil olduğu kriminal olaylar nedeniyle de içeri tıkılır.

Hasan çaresiz ve büyük bir pişmanlık içerisindedir. Mahçupluğunu tarif edemeyen Hasan sessizliğe bürünür. Memleketi arayıp herhangi bir açıklama da getiremez. Dünürü, muhtarı komşuları ve geliniyle tüm irtibatı keser.

 

Almanya’dan bir haber çıkmayınca, zaten istemediği ve tanımadığı birine zorla, yüklü bir başlık parası karşılığı verilen kızcağız, gönlünün sesini dinleyerek birisi ile görüşmeye başlar. Ancak kızın ailesi, kızlarının görüştüğü gençle ilişkisini ve dahi evlenmesini istemezler. İstemiyorlar, olurda dünürler gelirse, İbrahim çıka gelirde nerde benim nikahlım derse ne diyecekler? Bunun üzerine genç kız görüştüğü arkadaşıyla kaçıverir. Kız henüz 17 yaşında olduğu için yaşı küçük bir kızı kaçırdığı iddiası ile genç tutuklanır. Olay derinlemesine araştırılınca kızın evli olduğu da açığa çıkar. Durumu açıklayan kız aslında evlendirme işlemlerinin düzmece olduğunu. Kendi rızasıyla evlenmediğini anlatır. Bunun üzerine evlilik işlemlerini yapan, işlemlerde şahitlik eden herkes,  muhtar, diğer şahit ve kızın babası, sahte işlem ve sahte imza suçlarını işlemeleri nedeniyle tutuklanırlar.

Savcı, doğruları söylediğim, eğitim yüksek okuluna kayıt yaptırdığım ve iki ay sonra okula başlayacağım nedeni ile tutuksuz yargılanmak üzere beni serbest bırakır.

Kızın nikah işlemlerinin geçersiz sayılması mahkeme kararıyla tescillenir. Anne ve babasının muvafakatı ile Nurten’in nikahları kıyılır. Muhtara iki yıl, diğer şahite bir yıl, bana ise beraat kararı verilir.

Hasan bir daha köye dönemez. Yavaş yavaş çocukların kriminal yaşamlarını sindirmeye başlar. Sıkıldıkça kahveye giden Hasan sağlık sorunları nedeniyle kahvenin sigara ortamından uzaklaşmak durumunda kalır. Malulen erken emekli olan Hasan Alkol ve sigaraya tövbe eder. Bekarlık ve kahve zamanlarından eski ev arkadaşı Hacı Mehmet’in telkini ile Temsil Cematine katılır. Oğulları baba ve annesini mutlu etmek için onların her türlü maddi eksiğini giderirler. Hatta Türkiye’den borçlanma yolu ile emekli olmasını sağlarlar.

İbrahim artık bir kaç imbis, pizza ve nargile işletmesi yapmakta olan eli paralı bir işletme sahibidir. Yanında bir çok eleman çalıştırmakta olan İbrahimin tek derdi özellikle annesinin mutlu olmasıdır.  Anneye sürpriz yapar İbrahim. Diyanete bağlı camiinin imamının da yardımı ile anne babasının bu yıl ki Hac kafilesine katılmalı için tüm girişimleri ve ödemeleri yapar.

Durumu anneye anlattıklarında kadın sevinçten gözyaşlarını tutamaz. Hasan efendi pek mutlu değildir. Keza kendisi Hac farizesinin mutlaka Temsil Cemaati organizasyonu aracılığı ile yapılması gerektiğini söyler.